Almanya'ya giden Temel, üç sene çalıştıktan sonra Türkiye'ye tatile gelmiş.

Almanya'ya giden Temel, üç sene çalıştıktan sonra Türkiye'ye tatile gelmiş.
Trabzon'daki akrabalarını ziyaret eden Temel, kahvede otururken atıp tutmaya başlamış:
-“Benim Almanya’da marketlerim, bankalarım var, ben çok zenginim!”
Temel'i can kulağı ile dinleyen emmioğlu dayanamamış:
-“Yahu emmioğlu, senin yaptığın iş değildir. İnsan beni de alıp götürür Almanya’ya.”
-“Üzülme emmioğlu, ben Almanya’ya dönünce, sana oradan istek yapacağım, yeter ki sen gel.”
Emmioğluna bir adres veren Temel, tatili bitince, tekrar Almanya’ya dönmüş.
Bir müddet sonra Temel'in emmioğlu da Almanya’ya gitmiş.
Temel'in verdiği adrese gelen emmioğlu, bir hayvanat bahçesiyle karşılaşmış ve duvarda da bir yazı varmış:
-“Eleman aranıyor.”
Emmioğlu yazıya bakmış, kendi kendine demiş ki:
-“Temel’i bulana kadar, burada çalışayım bari.”
Temel'in emmioğlu işe başlamış, görevi de maymun kostümü giyip, hayvanat bahçesine gelen ziyaretçileri eğlendirmekmiş.
Ziyaretçilerin attığı fındığı, fıstığı yiye yiye çok kilo alıp küp gibi olan Temel'in emmioğlu kendi kendine demiş ki:
-“Bu böyle olmayacak, çok şişmanladım yahu, biraz hareket etmem lazım.”
Ağaçların dallarında hoplaya zıplaya dolaşırken, yan taraftaki kafese düşen emmioğlu, bir gorilin üzerine doğru geldiğini görmüş, tam kaçacakken goril konuşmuş:
-“Korkma emmioğlu, beni tanımadın mı? Ben Temel!”

Bizim Temel, İngiltere gezisi dönüşünde Heatrow Havaalanı’na gelmiş.
Kolunda saat yok…
Elinde iki ağır bavulla ve kolunda hayli fiyakalı bir saatle terminalin kapısından girmekte olan İngiliz delikanlıyı gözüne kestirmiş.
İngilizce sormuş:
- “Hemşerim saat kaç?”
- “Hangi ülkedeki saati soruyorsun?”
- “Hangi ülkelerdeki saati gösteriyor seninki?”
- “Bütün dünya ülkelerini…”
- “Ciddi mi?”
- “Tabii... Aynı zamanda hesap makinesi ve telefon olarak da kullanabilirsin. Faks çekebilirsin. Bütün ülkelerdeki televizyon programlarını izleyebilirsin… Bu saat bir teknoloji harikasıdır.”
- “Müthiş… Peki, yahu hemşerim şu saati bana satar mısın?”
- “Neden olmasın, 900 dolar verirsen satarım…”
Temel derhal cüzdanını çıkarmış ve 900 doları saymış.
İngiliz delikanlı da kolundaki saati çıkarmış, Temel’e vermiş.
Temel sevinçle uzaklaşacakken delikanlı arkasından seslenmiş:
- “Bavulları almayacak mısın? Bunlar da senin…”
- “Aaa… Onların içinde ne var?”
- “Saatin bataryası…”

Temel vize kuyruğunda, her zamanki gibi vize vermemekte direnen yabancı ve tipik suratsız elçilik çalışanlarından biri sıra Temel’e gelince;
-“Size bir bilmece soracağım, bilirseniz vizenizi vereceğim... Bilin bakalım karşıdan karşıya geçerken üzerinize gelen 2 adet far gördünüz, bu nedir?”
-“Otomobil!” diye sevinerek ve heyecanla cevaplamış Temel…
“Tamam ama olmadı...” demiş vize memuru;
-“Nasıl bir otomobil? Opel mi? Ford mu? Mercedes mi? Hangisi?”
-“Durun... Bana bir şans daha verin...” diye atılmış Temel.
Elçilik çalışanı;
-“Ama bu son şansınız... Bilemezseniz sıradakini alırım... Yine karşıdan karşıya geçiyorsunuz, bu sefer tek bir far gördünüz... Nedir bu?”
-“M..Motosiklet..!” diye cevaplamış Temel..
-“Bakın yine aynı hatayı yaptınız... Tabii ki motosiklet... Ama ne? Honda mı? Suzuki mi? Harley mi? Hangisi? Özür dilerim, sıradakini yollayın lütfen...” diye bağırınca Temel lafa girmiş;
-“Vizeyi boş verin ama madem meraklısınız izin verirseniz ben de size minik bir bilmece sormak istiyorum...” demiş hafif sinirli bir şekilde,
“Tamam...” demiş vize memuru oturduğu camekânın arkasında heyecanlanarak.
Temel başlamış sormaya;
-“Vakit gece yarısı, kırmızı fenerli bir sokaktasınız, elektrik direğine yaslanmış, file çoraplı, kıpkırmızı rujlu bir kadın gördünüz... Bu kimdir?”
-“Hahaha... Kolay... Bu bir Fahişe tabi ki” diye cevaplamış vize memuru,
Temel parmağını azarlar gibi sallayarak;
-“Aaaa, olmadı... Olmadı ama…”
-“Nasıl olmadı?”
-“Tamam da kim? Ebeniz mi? Anneniz mi? Kız kardeşiniz mi? Hangisi?”

Temel ile Dursun iddialaşıyorlarmış.
Temel: -“Ben denize 25 metreden dalabilirim!”
Dursun; -“Yok; yapamazsın!” demiş.
Temel çıkmış, atlamış ve dalıp çıkmış.
Bu sefer Dursun iddiayı daha ileri götürerek:
-“Ulan ben de 30 metreden dalarım!”
Tabii bu sefer de Temel itiraz etmiş:
-“Yok; yapamazsın!”
Dursun da çıkıp dalışını başarıyla tamamlamış.
Bu sefer Temel:
-“Ulan ben de 20 cm suya 3.5 metreden dalmazsam…”
Dursun’dan yine itirazlar,
-“Yok yapamazsın!”
Temel çıkıp dalışı bir güzel becermiş.
Bu sefer Dursun kıllanmış:
-“Lan ben de 20 cm suya 4 metreden dalarım!”
Tabii Temel’den hemen muhalefet.
Amma velakin Dursun dalışı başarı ile tamamlamış.
İyice fitil olan Temel:
-“Ulan ıslak havluya 2.5 metreden dalayım da gör!” demiş.
Tabii Dursun itiraz etmiş.
Sonunda Temel:
-“Getirin bakayım ıslak havluyu!”
Adamlar getirmişler.
Temel çıkmış 2.5 metre yüksekliğe ve atlamış…
Çakılmış tabi yere.
Sersemlemiş bi şekilde doğrulmuş ve:
-“Lan kim sıktı bu havlunun suyunu?”

Hâkim sanık sandalyesinde oturan adama;
-“Karınızı çekiçle öldüresiye dövmekle itham ediliyorsunuz” deyince mahkeme salonunun arka taraflarından;
“Seni şerefsiz herif!” diye bir ses gelmiş.
Hâkim sertçe arka sıralara bakıp devam etmiş:
-“Aynı zamanda kayınvalidenizi de çekiçle öldürdüğünüz ileri sürülüyor.”
Aynı ses yine “Şerefsizz..!” diye bağırmış.
Hâkim arkadan küfreden adamı tespit edip,
-“Bana bakın, mahkemeyi engelleme suçundan şimdi sizi içeri attıracağım” deyince adam ayağa kalkarak;
-“Özür dilerim efendim, ben bu şerefsizin 10 yıllık kapı komşusuyum, ne zaman bana çekiç lazım olsa ‘Valla bizde yok’ deyip hayatta vermezdi efendim!”

Temel ile Dursun bir gün kahveye gitmişler.
Kahveci çırağından kahve istemişler.
Fakat Temel orta şekerli, Dursun ise bol şekerli istemiş.
Bir müddet sonra kahveleri getiren çırak, çok şekerli kahveyi Temel’e orta şekerliyi ise Dursun’a vermiş.
Yaptığı yanlışlığın farkına varan çırak hemen özür dileyerek;
-“Kusura bakmayın, ben size kahveleri verirken şaşırdım” demiş.
Bunun üzerine Temel ile Dursun sandalyelerinden kalkmışlar ve yer değiştirmişler.
Buna bir anlam veremeyen çırak demiş ki;
-“Niye yerleri değiştiniz ki, kahveleri değişseydiniz ya…”
Bu laf üzerine Temel ile Dursun kalkarak gitmeye yeltenmişler.
Çırak hayretle;
-“Yahu nereye gidiyorsunuz?” diye sorunca
Temel; -“Uşağum senin de bir dedin bir dediğini tutmuyor ki. ‘Kahveleri değiş’ demedin mi? Biz de karşıdaki kahveye gidiyoruz işte…”

-“İyi ki düğünümüzü Belçika'da yapalım demişsin Goncagül…”
-“Güzel oldu, değil mi Muhittin?”
-“Evet canım, herkes dışarıda evleniyor, bizim neyimiz eksik?”
-“Beni kırmadığın için teşekkür ederim.”
-“Sen istersin de ben yapmam mı bitanem?”
-“Muhittin, sana geçmişimle ilgili bir şey anlatmak istiyorum.”
-“Önce duvağını çözseydik Goncagülüm.”
-“Çözeriz, dur bi... Çok önemli bu...”
-“Ee, ama sırası mı şimdi? Neyse, anlat bari...”
-“Ben küçükken tecavüze uğradım.”
-“Çok üzüldüm bebeğim. Ama şu an kendini iyi hissediyorsan önemli değil.”
-“Şimdi iyiyim de bunları bilmen lazım.”
-“Yakınlarından biri tarafından mı?”
-“Yok... Bi bakkal vardı bizim mahallede...”
-“Bakkal mı?”
-“Evet... Elma şekeri satıyordu, güzel çikolatalar filan.”
-“Eee?”
-“İşte, bi gün bana, Osman depoya gelsene dedi.”
-“Osman kim?”
-“Anlatacağım bi tanem, sakin ol bi...”

Adam; “Bu sabah kalktığımda kendimi o kadar kötü hissediyordum ki, 100 tane aspirin yutup, intihar etmeye karar verdim.”
Arkadaşı; “Ne diyorsun? Sonra ne yaptın? Anlaşıldığı kadarı ile vazgeçmişsin!”
Adam; “Hayır, vazgeçmedim ama ikinci aspirinden sonra kendimi daha iyi hissettim!”

Dağıstanlılar kavga etmeyi çok severlermiş.
Bir gün Rus'un biri Dağıstanlının arabasına çarpar.
İçinden 3 Dağıstanlı çıkar ve adama:
-“Kavga edeceğiz!”
Rus: -“Abi affet özür diliyorum!”
-“Yok biz kavga edeceğiz!”
-“Abi polis çağıralım... Hata kiminse ödesin!”
-“Yok biz illaki de kavga edeceğiz!”
-“Tamam abi ben sizin hasarı ödeyeyim, kavga etmeyelim!”
-“Yok baba, kaçarı yok, biz kavga edeceğiz!”
-“Abi ben sizin hasarı ödeyeyim, alın araba da sizin olsun!”
-“Mümkünatsız... Biz kavga edeceğiz!”
-“Abi tamam ama böyle kavga olur mu? Siz üç kişisiniz ben tek başımayım. Olmaz valla!”
Dağıstanlı lideri yanındaki arkadaşına döner ve:
-“Geç lan sen karşıya, kavga edeceğiz.”