Bizler şanslı vatandaş olarak Çanakkale Zaferini bu toprakların bağrında kutlamış şanslı insanlarız elbette.

Bizler şanslı vatandaş olarak Çanakkale Zaferini bu toprakların bağrında kutlamış şanslı insanlarız elbette.
.
Çocukluğumuzdan beri 18 Mart törenleri hep şaşaalı, hep coşkulu olmuştur.
.
Okul yıllarımızda bir asker ciddiyeti ile geçtiğimiz protokol tribünlerinin önünün dili olsa da konuşsa.
.
Ancak günümüzde törenlerin stadyumlarda yapılması, Cumhuriyet Meydanından koparılmasını sindiremedik içimize.
.
Hep bizden ayrı gibi geldi,
Hep başka bir bayram gibi geldi bize.
.
Bayram halkla beraber kutlanır.
İçinde olursun.
.
Bayrağını, elinden tuttuğun çocuğun ile beraber sallarsın.
.
Resmigeçit töreninden geçenlerin ayak seslerine uydurduğun ritmi kalbinde hissedersin.
.
Bandonun kocaman davulunun tok sesi ile yürürsün.
.
Alkışlar,
Bağırışlar,
Kalabalıklar hep bayram coşkusuyla olur.
.
Kalabalık bayrakların geçit töreninde ruhun birleşir o şehit ve kahramanlarla.
.
Şimdi mi?
Uzaktan bakıp duruyoruz.
Hatta stadyuma bile giremiyoruz.
.
İşte böylesi bir 18 Mart kutlamaları arasında yine de yaşananları unutmuyoruz.
.
Seyid Onbaşılar,
Bigalı Mehmet Çavuşlar,
Cevat Paşalar,
İsmail Hakkı Yüzbaşılar,
Mustafa Kemal ve
Nice isimsiz kahramanlar…
.
Ne kahramanlar doğdu bu topraklarda?
Yedi düvele meydan okurcasına.
Durdurdular dünyanın yenilmez denilen armadasını,
Tek dişi kalmış medeniyet canavarını.
.
O ruh hala yaşıyor içimizde,
Kimse söndüremez,
Durduramaz…
.
Bu ruhu Mustafa Kemal ise şöyle anlatıyor:
“Biz ferdî kahramanlık sahneleriyle meşgul olmuyoruz;
Yalnız size Bombasırtı vakasını anlatmadan geçemeyeceğim.
Karşı siperler arasında mesafeniz sekiz metre, yani ölüm muhakkak, muhakkak...
Birinci siperdekiler, hiçbiri kurtulmamacasına tümüyle düşüyor;
İkincidekiler onların yerine gidiyor.
Fakat ne kadar imrenilecek bir itidal ve tevekkülle biliyor musunuz?
Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor, hiç ufak bir bezginlik bile göstermiyor; sarsılmak yok!
Okuma bilenler ellerinde Kuran-ı Kerim, Cennete girmeye hazırlanıyorlar.
Bilmeyenler kelime-i şahadet çekerek yürüyorlar.
Bu, Türk askerindeki ruh kuvvetini gösteren hayrete ve tebrike değer bir misaldir.
Emin olmalısınız ki Çanakkale muharebesini kazandıran, bu yüksek ruhtur.”
.
İnsanlık tarihinin başına yazılması gereken bir savaştı bu 18 Mart.
Bir milletin;
Haykırışı,
Karşı duruşu ve
İsyanıydı bu.
.
Çoluğu, çocuğu, yaşlısı, genci, kadını, erkeği bir olmuş vatan savunması hakkında ders veriyordu işgalci salyalı güçlere.
.
Sadece silahla değil, ruhla, inançla savaşılması gerektiği konusunda verilen dersti bu.
.
Bunu ancak Türk askeri başarabilirdi.
Düşmanına karşı ne kadar acımasızsa, kendisine uzatılan yardım isteğini de geri çevirmeyecek kadar asildi.
.
İşte bu örnek asaletin tescilidir zaten.
.
 Avustralya Genel Valisi olan Üsteğmen Lord Casey anlatıyor:
“25 Nisan 1915 günü Conkbayırı’nda Türkler ve Birleşik Kuvvetler arasında korkunç siper savaşları oluyor.
Siperler arasında 8-10 metre mesafe var.
Süngü hücumundan sonra savaşa ara verildi.
Askerler siperlerine çekildi.
Yaralılar ve ölüler toplanıyor.
İki siper arasında açıkta ağır yaralı ve bir bacağı kopmak üzere olan İngiliz yüzbaşısı avazı çıktığı kadar bağırıyor, ağlıyor.
‘Kurtarın’ diye yalvarıyordu.
Ancak hiçbir siperden kimse cesaret edip çıkarak yardım edemiyor.
Çünkü en küçük bir kıpırdanışta yüzlerce kurşun yağıyordu.
Bu sırada akıl almaz bir olay oldu.
Türk siperlerinden beyaz bir iç çamaşırı sallandı.
Arkasından aslan yapılı bir Türk askeri silahsız siperden çıktı.
Hepimiz donup kaldık.
Kimse nefes alamıyor ona bakıyorduk.
Asker yavaş adımlarla yürüyor, siperdekiler kendisine nişan almış bekliyordu.
Asker yaralı İngiliz subayını okşar gibi yerden kucakladı.
Kolunu omzuna attı ve bizim siperlere doğru yürümeye başladı.
Yaralıyı usulca yere bırakıp geldiği gibi kendi siperlerine döndü, teşekkür bile edemedik.
Savaş alanlarında günlerce bu kahraman Türk askerinin cesareti, güzelliği ve insan sevgisi konuşuldu.”
.
Sadece bu değildi tabi.
Bunun gibi yüzlercesi yaşandı belki de.
İşte yine Türk askerinin asilliğini anlatan yaşanmış başka bir olay.
.
Çanakkale Savaşları’nda savaşıp, bir kolu ile bir ayağını kaybeden Fransız Generali Bridges, yurduna döndükten savaş hatıralarını şöyle anlatmış:
.
“Fransızlar, Türkler gibi mert bir milletle savaştıkları için daima iftihar edebilirsiniz.
Hiç unutmam.
Savaş sahasında döğüş bitmişti.
Yaralı ve ölülerin arasında dolaşıyorduk.
Az evvel, Türk ve Fransız askerleri süngü süngüye gelip ağır zayiat vermişlerdi.
Bu sırada gördüğüm bir hadiseyi ömrüm boyunca unutamayacağım.
Yerde bir Fransız askeri yatıyor, bir Türk askeri de kendi gömleğini yırtmış onun yaralarını sarıyor, kanlarını temizliyordu.
Tercüman vasıtası ile şöyle bir konuşma yaptık:
-“Niçin öldürmek istediğin askere yardım ediyorsun?”
Mecalsiz haldeki Türk askeri şu karşılığı verdi:
‘Bu Fransız yaralanınca cebinden yaşlı bir kadın resmi çıkardı.
Bir şeyler söyledi, anlamadım ama herhalde annesi olacaktı.
Benim ise kimsem yok.
İstedim ki, o kurtulsun, anasının yanına dönsün.’
Bu asil ve alicenap duygu karşısında hüngür hüngür ağlamaya başladım.
Bu sırada, emir subayım Türk askerinin yakasını açtı.
O anda gördüğüm manzaradan yanaklarımdan sızan yaşlarımı dondurduğunu hissettim.
Çünkü Türk askerinin göğsünde bizim askerinkinden çok ağır bir süngü yarası vardı ve bu yaraya bir tutan ot tıkamıştı.
Az sonra ikisi de öldüler…”
.
Savaş sonrası Mustafa Kemal’in Anzak annelerine hitabesi ise dünyada eşi, benzeri olmayan bir seslenişti.
.
“Yurtta sulh, cihanda sulh” kelimesinin gerçek değeri buydu işte.
.
Günümüzde çoğu liderin beceremediğini centilmenliğiyle Mustafa Kemal Atatürk 1934 yılındaki 18 Mart törenlerinde ders verir şekilde “Barışı” anlatmıştı.
.
Elbette,
Anlayana…
.
İşte o sesleniş;
“Bu memleketin toprakları üzerinde kanlarını döken kahramanlar!
Burada bir dost vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükûn içinde uyuyunuz.
Sizler, Mehmetçiklerle yan yana, koyun koyunasınız.
Uzak diyarlardan evlâtlarını harbe gönderen analar!
Gözyaşlarınızı dindiriniz.
Evlâtlarınız bizim bağrımızdadır.
Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat uyuyacaklardır.
Onlar, bu toprakta canlarını verdikten sonra, artık bizim evlâtlarımız olmuşlardır.”
.
Atatürk’ün bu hitabına daha sonra bir Anzak annesi tarafından cevap yazıldı.
.
O mektupta da şunlar yazıyordu:
“Gelibolu topraklarında yitirdiğimiz evlatlarımızın acısını, alicenap sözleriniz hafifletti.
Gözyaşlarımız dindi.
Bir ana olarak bana, bir güzelim teselli bahşetti.
Yavrularımızın sonsuz uykularında, huzur içinde dinlendiklerinden hiç kuşkumuz kalmadı.
Majesteleri kabul buyururlarsa bizler de kendilerine ‘Ata’ demek istiyoruz.
Çünkü yavrularımızın mezarları başında söylediğiniz sözler, ancak bir öz babanın sözleri gibi yüce, ilahi...
Evlatlarımızı bir baba gibi kucaklayan büyük Ata’ya tüm analar adına şükran, sevgi, saygıyla...”
.
Elbette bu savaş sonrası barıştan hisse almamış olan herkes mutlu değildi.
Yenilenler, yenilginin acısını sürekli olarak yüreklerinde hissettiler.
.
Bu acılarını karşılaştıkları her ortamda kusmaya, dışa vurmaya çalıştılarsa da cevaplarını aldılar.
.
Cumhuriyet’in ilanından sonra, İstanbul'da bir resepsiyon verilir.
Tüm dünya ülkelerinin elçileri ve ataşeleri de davet edilir.
Davet güzel bir şekilde devam etmektedir, fakat İngiliz ataşesi olan Binbaşı’nın bakışları Mustafa Kemal'in gözünden kaçmaz.
Bütün davet boyunca kendisine dik dik bakmıştır ve bakmaya devam etmektedir.
Ne olduğunu öğrenmek için yaverini gönderir.
Yaver Mustafa Kemal'e şöyle der:
-“Paşam; kendisine neden ters bir tavır takındığını sordum, o da bana Mustafa Kemal’in Çanakkale’de babasını öldürdüğünü söyledi.”
Bunun üzerine Mustafa Kemal şöyle der:
-“Git sor bakalım babasının Çanakkale'de ne işi varmış?”
.
Eh son sözü de Mehmet Akif o muhteşem şiiriyle söylemişti zaten.
.
Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
O, rükû olmasa, dünyada eğilmez başlar,
Yaralanmış temiz alnından, uzanmış yatıyor;
Bir hilâl uğruna, ya Rab, ne güneşler batıyor!
.
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!
Gökten ecdad inerek öpse o pak alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhîd’i...
Bedr’in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi...
.
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
“Gömelim gel seni tarihe” desem, sığmazsın.
.
Şimdi mi?
Andımızı okullardan kaldırıyoruz.
.
O halde onlara inat:
“Ne Mutlu Türküm diyene!”