Pandemi dolayısı ile uygulanan kısıtlamalardan pek fazla etkilenmiyorum desem yalan olmaz.

Pandemi dolayısı ile uygulanan kısıtlamalardan pek fazla etkilenmiyorum desem yalan olmaz.
.
“Kitap,
Televizyon,
Film,
Hobi” gibi şeyler beni fazlasıyla oyalıyor.
.
Ancak:
Bir an önce Pandeminin bitmesini ve dört gözle başlamasını beklediğim şey:
Tiyatro ve sinema salonlarının açılması.
.
Sinema konusunda işi meslek olarak edinmişlerin uğradığı mağduriyet anlatılır gibi değil.
.
Hiçbir şey yapmadan öylece bekliyor, elinizdeki hazırı (varsa) yemek zorunda kalıyorsunuz.
.
Tiyatro dünyası ise bambaşka.
Yapacağınız hiçbir şey yok.
Tek meslek olarak seçtiğiniz tiyatro ile Pandeminin ayak sesleri karşısında elleriniz, kollarınız bağlı bekliyorsunuz.
.
Hükümetin ağzından çıkacak iki cümle ile heveslenecek, gelecekteki planlarınızı ortaya koyacak ve para kazanacaksınız.
.
Bir kızımız,
Tüm hayatını tiyatroya adayarak yaşadı.
Okuluna gitti,
Başarılı bir şekilde mezun oldu ve memleketine döndü.
.
Yapabildiği tek iş olarak:
“Tiyatroyu düşündü.”
.
Zorluklar içinde bir salon buldu.
Elindeki son paralarla tefriş etti.
Çalışmaya başladı.
2 sene ayakta zor durdu.
.
Sonra?
Pandemi hasıl oldu.
Şu anda başı elleri arasında ne yapacağını bilemiyor.
.
Bu Çanakkale’de yaşadığımız bir durum.
Bunun gibi diğer şehirlerdeki mağduriyetleri düşünün.
.
İşte bu ahval ve şerait içinde:
Biz amatör tiyatrocular olarak ne yapalım?
.
Yıl boyu yeni oyunumuza hazırlandık.
Provalar yaptık,
Dekorlar hazırlandı,
Sonuç?
Pandemi.
.
Oynayacağımız eski oyunlarımızı unuttuk neredeyse.
Zira sistem çöktü, çökecek.
En kısa sürede bir araya gelmek için dua ediyoruz ve şu Covid belasına her gün lanet okuyoruz.
.
Sanatçılar sahne üstünde bu zorlukları yaşarken Devlet, seyircileri mağdur etmemek adına, Devlet Tiyatrolarını harekete geçirmiş.
.
Corona virüs salgını nedeniyle tiyatrolardan uzak kalan sanatseverler için Devlet Tiyatroları oyunlarını, “Kültür ve Turizm Bakanlığı” YouTube kanalından evlere ulaştırma çalışması başlatmış.
.
İlk olarak “Kadın ve Kedi” adlı oyunun yanı sıra 6 hafta sürecek olan paylaşımlarda tiyatroseverler, okuma tiyatrosundan farklı olarak yapılan canlandırmaları da izleme imkânı bulacakmış.
.
Seyircilere, sanatçıların projeksiyon yardımıyla perdeye yansıtılan metni okurken karakterlere nasıl hayat verdikleri gösterilecekmiş.
.
Yerli klasik oyunların tercih edildiği Devlet Tiyatroları'nın “Okuma Gösterimleri” projesiyle hayatında hiç tiyatroya gitmemiş ve turnelerin de ulaşamadığı yerlerdeki izleyiciler, böylelikle dijital ortamdan tiyatro izleyebilecekler.
.
Her salı bir oyunun yükleneceği video paylaşım sitesi kanalında önümüzdeki hafta da “Bilge Karasu”nun “Sevilmek” adlı eserini izlenecekmiş.
.
Bakanlık tarafından sonrasında sırasıyla “Oktay Rıfat’ın Yağmur Sıkıntısı”,
“Vüs’at O. Bener’in Ihlamur Ağacı” ve
“Behiç Ak’ın Fay Hattı” ile
“Özen Yula’nın Ay Tedirginliği” adlı oyunları paylaşılacakmış.
.
Ne diyelim?
Eğlenceli seyirlerimiz olsun…
 
***
GER, GER, GERGİNLİK…
Bu ne gerginlik kardeşim?
Hayatın her köşesini bir gerginlik aldı başını gidiyor.
.
Kimse kusura bakmasın ama balık baştan kokar.
.
Şu Cumhurbaşkanlığı sistemi geldiğinden beri nedense, gerginlik eksik olmuyor.
.
Kim ne derse desin:
Hem Cumhur,
Hem Parti,
Bir arada gitmiyor.
.
Partili olarak verilen demeçler, yapılan açıklamalar Cumhur’a mal edilince ortalık karışıyor.
.
Bakın etrafınıza?
Futbolda gerginlik,
İç siyasette gerginlik,
Dış siyasette gerginlik…
.
Bakanlarda gerginlik,
Polislerde gerginlik,
Trafikte gerginlik,
Ticarette gerginlik…
.
Nedir bu yahu?
.
Tamam, biliyoruz.
Gerginlikten beslenen oldukça fazla…
.
Yapılanların üzerine set çekmek,
“Yolsuzluklarla,
Yoksulluklarla,
ve
Yasaklarla” gündem olmamak adına,
Gerginliği artık yönetim şekline sokmuşlar var.
Ama nereye kadar?
.
Adam konuşuyor:
“Futbolda zannediyor musunuz ki Avrupa’da hakemler mükemmel? Bizden kötüler. Ama futbolcular iyi niyetli…”
.
Biz de:
“Harlama, parlama, dayılanma, zırlama, saldırganlık ve sürekli itiraz” futbolcunun silahı olmuş adeta.
Hakem ne yapsın?
.
Gerginliği her dakika yanı başında hisseden hakem sonunda teknik direktörü atıyor sahadan.
Son günlerde saha kenarına sıçrayan “Kırmızı kart” furyasından nasibini almayan yok gibi.
Tribünler (saha kenarında olması gereken) teknik direktörlerle kaynıyor…
.
Diğer yandan:
Adamı atamayla rektör yapıyorsunuz,
Protesto edeni içeri atıyorsunuz.
Olacak iş değil.
.
Başka bir konu:
Yılmaz Özdil yazıyor,
“Bakın şimdi benim can güvenliğim dolayısıyla normal şartlarda valiliğe başvurup, emniyetten kendime koruma istemem lazım. Kardeşim, bana koruma talimatı vermesi gereken adam beni tehdit ediyor. Böyle içişleri bakanı olur mu? Böyle demokrasi olur mu? Bunu korktuğum ya da çekindiğim için söylemiyorum, vız gelir tırıs gider. Yoksa bu mesleği zaten yapmazdım. Ama bir gerçeği ifade ediyorum. Bizi korumakla görevli kişi bizi tehdit ediyor.”
.
Başkası:
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan yaptığı konuşmada:
“Sözcü gazetesini ben okumuyorum.” diyor.
Olabilir onun tercihi.
Kimse kendisine okumasını dayatamaz.
.
Fakat şöyle bir durum var.
Sözcü Gazetesi şu an Türkiye’de en çok satan gazete.
.
Nereden mi biliyorum?
Çanakkale’de genellikle saat 16’gibi bitiyor.
Gazete satıcılarında bulamıyorsunuz.
.
Böylesi bir durumda hem Cumhurbaşkanı olarak, hem de siyasetçi olarak bence (her ne kadar “Kızsa” da, “Gerçekleri yazmıyor” dese de ülkeye başka bir bakış açısından görmek adına) okuması lazım.
.
Okumuyorsa mesele olmaz.
Ancak işin başka boyutu da var.
“Okumuyorum” dedikten sonra cümlesine devam ediyor:
“Kimse de lüzumsuz yere buna para verip almasın” diyor.
.
Yahu Reis:
O gazetenin arkasında, biz ve bizim gibi bu meslekten ekmek yiyen bir dolu insan var.
Matbaacısı var,
Kalıpçısı var,
Grafikeri var,
Muhabiri var,
Dizgicisi var,
Dağıtıcısı var,
Satıcısı var,
Reklamcısı var,
Yazarları var,
Yazı işleri var,
Editörleri var…
.
Sen “Kimse almasın” dersen, gazeteler satamaz ve bunca insan işsiz kalır.
Buna gönlün nasıl razı geliyor?
Orada çalışanların ne suçu var?
Gazetenin yayın politikasına en ufak bir katkısı olmayan çalışanlar ne yapacak?
Vicdan sahibi olarak bunu nasıl söylersin?
.
Bir diğer husus ise şu:
Reis’in Sözcü Gazetesine aldığı bu tavır karşısında, hemen soruşturma başlatılmış.
.
Olacak iş değil…
Bu ülkede biz ne gazeteler gördük,
Neler yaşadık?
.
Gazetenin yaşamasına bırakın okuyucuları (satın alıp, almamakla) karar versin.
Siz müdahale etmeyin lütfen,
Yazıktır, günahtır…
 
***
HAYDİ MİLLET AŞIYA…
İçişleri Bakanlığı yayınladığı genelge ile:
“Koronavirüs salgınında yaşanan artış nedeniyle:
Derneklerin genel kurulları,
Sivil toplum kuruluşları,
Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ve üst kuruluşları,
Birlikler ve kooperatifler tarafından düzenlenecek etkinlikler (genel kurul toplantıları dahil) 3 ay süreyle (01.03.2021 tarihine kadar)” ertelendi.
.
Mesela biz bu sebeple apartmanımızın olağan kongresini toplanıp yapamıyoruz (ki acil kararlar almamız gerekiyor.)
.
Ancak,
AK Parti Çanakkale İl Başkanı Naim Makas AK Parti İlçe Başkanlarıyla birlikte düzenlediği basın açıklamasında:
“7.Olağan İl Kongresi’nin 20 Ocak tarihinde yapılacağını” duyurmuş.
.
Peki, nasıl olacak bu?
Salgın,
Virüs,
Kısıtlama,
Pandemi,
V.s.
Ne olacak?
 
.
Bu arada yeni virüs haritası açıklandı.
.
Daha önce kıpkırmızı olan Çanakkale, maviye ve yeşile boyanmaya başlamış.
.
Yetkililerin yaptığı açıklamaya göre:
“Alınan tedbirler işe yaramış…”
.
“Grip aşısı olur gibi bu aşıyı olup salgından bir an önce kurtulmamız gerekiyor” diyen yetkilisi şunu söylüyor:
“Türkiye’de uygulanması planlanan aşı, 1940’tan beri uygulanan teknoloji ile üretilen bir aşı. Dolayısıyla güvenilirlik anlamında Koronavirüs özelinde ilk defa yapılsa dahi enflüanza (grip) 1940’tan beri bildiğimiz bir teknoloji. Bu saatten sonra artık aşıların faz çalışmaları ile ilgili tartışmaları kapatmak lazım. Çünkü hepimiz normalleşmek istiyoruz. Normalleşmenin geçtiği yol aşıdır. Dolayısıyla grip aşısı olur gibi olmalıyız. Grip aşısından bir farkı yok çünkü bu üretilen aşı teknolojisinin. Grip aşısında beklediğimiz etkiler ve yan etkiler gibi, fark etmiyor. Dolayısıyla grip aşısı olur gibi bu aşıyı olup salgında bir an önce kurtulmamız gerekiyor…”
.
Durum bu.
Aşıyı artık tartışmamak gerektiğini söylüyor.
.
O halde 1997 yılında Sağlık Bakanlığının başlattığı “Ulusal Aşı Kampanyası”  kapsamında Zeki Alasya-Metin Akpınar’ın oynadığı parodilerle “Çocuk Felci Aşısı” kampanyası televizyonlarda yürütülmüştü.
.
Kampanyanın sloganı ise hala hafızalarımıza şöyle kazınmıştı:
“Haydi Çocuklar Aşıya”
.
Covid dolayısı ile de bir kampanya başlatmak lazım.
Yenisi bulunur belki ama eskisini devşirisek:
“Haydi Millet Aşıya…”