.

İnsanlar alışveriş yaparken veya bir hizmet alırken memnun olduklarında hizmet karşılığı olan ücret dışında, memnuniyetlerini belirtmek için “Bahşiş” adı altında ek bir ödemeyi gönüllerinden geldiğince yaparlar.
.
Bu zorunlu bir ödeme değildir.
.
Ancak zaman içinde zorunlu ödeme sınıfında değerlendirilerek bazı restoranlarda adisyona dâhil edilerek alınır.
.
Daha önceleri garsonlara elden verilen bu bahşişler, şimdilerde kasiyerin önüne konulan “Tip Box” şeklindeki belirtme yazısı ile bahşiş hatırlatılıp alınıyor...
.
Zira garsonun cebine attığı bahşişten mutfakta çalışanlar faydalanamıyordu.
Bu kutu sayesinde herkes bahşiş konusunda eşitlenmiş oldu.
Ve
Sizlerden toplanan bu paralar daha sonra tüm çalışanlar tarafından paylaşılır hale geldi.
Kısaca: Adalet sağlanmış oldu.
.
Son günlerde yaşanan ekonomik kriz sebebiyle bu bahşiş konusu birazcık askıya alınmış olsa gerek.
Zira gittiğim bir dönercide kasiyerin önünde tabaktan yapılmış bir “Tip Box”a yapıştırılmış notu görünce bunun ciddiyetini anladım.
.
Hatta aklıma buna benzer bir fıkra geldi.
Sizinle paylaşmak istedim.
.
New York'ta, Brooklyn Köprüsü üzerinde dilenen kör bir dilenci, bir şairin dikkatini çeker.
Dilencinin boynunda asılı bir tabela vardır.
Şair, dilenciye günlük kazancının ne kadar olduğunu sorar.
Dilenci de;
-“Sekiz - on dolar kadar olduğunu” söyler.
Bunun üzerine şair, dilencinin boynuna asılı tabelayı ters çevirerek bir şeyler yazar;
-“Şimdi buraya senin kazancını arttıracak bir şeyler karaladım. Bir hafta sonra yanına geldiğimde bana sonucu söylersin” der ve oradan ayrılır.
Şair, bir hafta sonra dilencinin yanına uğrayıp kendini tanıtınca dilenci;
-“Bayım size ne kadar teşekkür etsem azdır. Bir haftada kazancım ikiye katlandı. Çok merak ediyorum tabelaya neler yazdınız?”
Bunu üzerine şair gülümser ve;
-“Tabelada ‘Doğuştan körüm, yardım edin’ yazıyordu. Ben ise; ‘Bahar gelecek, ama ben yine göremeyeceğim’ diye yazdım” der.
.
Ajitasyon işe yaramıştı tabi.
.
İşte benim gördüğüm kâğıtta şöyle yazıyordu:
“TİP BOX
BAHŞİŞ
EVDE ÇOLUK ÇOCUK KİREMİT KEMİRİYOR
PATRON PARA VERMİYOR”
Buyurun çektiğim fotoğrafı…
 
***
Bu hafta yazı işleri müdürüm Mine Hanım bana: “Ağabey Cuma Pazarından geçerken şu sebze, meyve ve balık fiyatlarının fotoğraflarını çekiver de haber yapalım” dedi.
.
Ben de pazarda gezerken elimde cep telefonu hem fiyatlarla ilgili bilgi alıyorum, hem de fotoğraf çekiyorum.
Tezgâhın önündeki bir yumak portakalı görünce ilgimi çekti.
“Neden acaba bu kadar az” diye düşünürken, etiketinin üzerindeki yazıyı okuyunca iyice şaşırdım.
.
Portakalların üzerindeki etikette “Bayramiç Ayazma 4” yazıyordu.
“Allah Allah” dedim içimden, ne zamandan beri Ayazma’da portakal yetişiyor?”
.
Hayretler içinde tezgâhta duran kadına sordum:
“Abla bu portakallar hakikaten Ayazma’dan mı?”
Abla bana baktı ve güldü:
“Yok be… O etiketin üzerindeki yazıyı bir türlü silmedim. Ben de 4 yazıverdim gitti…” dedi.
Kahkahalar eşliğinde ayrıldım oradan.
.
Tabi fotoğrafını da çekerek.
 
***
Bizim küçüklüğümüzde doğum günü bile kolay kolay kutlanmazken, şimdilerde düğün tadında organizasyonlarla doğum günleri kutlanıyor.
.
Özel yapım pastalar, fişekler, süslemeler filan.
.
Artık özel resimlerle süslenmiş pastalar revaçta.
Hatta o kadar iyiler ki, insanın yemeyip yanında yatası geliyor pastanın.
.
İşte böyle bir kutlama sonrası pasta üzerinde gördüklerimin fotoğrafını çektim.
.
Doğum günü bizim patronumuz İsmet Akıncı’nındı.
.
Konsept olarak gazetecilik, yayınlar filan seçilmişti.
Benim de editörlüğünü yaptığım Gold Prestige Dergimizi pasta üzerinde görünce dayanamadım ve harika görünen fotoğrafını çektim.
.
Sizce nasıl?
 
***
Geçen hafta sonu arkadaşlarla Ayvacık Korubaşı Köyü’nde yeni açılan tandırcıya gittik.
Hem Yunanistan’a geçecek olan göçmenleri görecektik, hem de karnımızı doyuracaktık.
.
Nitekim göçmenleri göremedik ama resimdeki 1,5 metrelik kebabı götürdük.
Amacım sizlere nazire yapmak değil, böyle bir müessese açılmış haber vereyim dedim.
Yeni işletme olduğundan biraz destek vermek lazım sanki diye düşündüm.
 
***
Geçen hafta Perşembe günü gazetemizde bir köşe yazımda aynen şöyle yazmıştım:
.
“Salı pazarında, cuma pazarında, pazar pazarında geziyorum.
Isıl işlem görmeyecek yiyeceklere bakıyorum.
“Nasıl satılıyor acaba?” diye.
Kuruyemişçiler mallarını apaçık sergilemişler, toz, toprak üzerlerinde dans ediyor.
Leblebisi, fıstığı,
Kurabiyeleri, gofretleri…
“Bizim millet alışkındır bir şey olmaz” derseniz eyvallah,
Ama virüs geldi, geliyor…
Peki ben ne yaptım?
Pazaryeri içindeki Zabıta noktasına giderek durumu izah ettim.
“Derhal” diye cevap aldım
İçim rahatladı.
Ertesi pazardan geçiyorum, durum aynı.
Yine aynı noktaya itirazımı ilettim.
“Hallederiz” cevabı ile rahatladım.
Sonrasında mı?
Aynı manzara ile karşılaşınca “Derhal” cevabını almamak için, bu yazımı yazmak zorunda kaldım.
“Demek ki” dedim, “zabıta noktasının gücü bu yiyeceklerin üzerini kapattırmaya yetmiyor. O halde daha üst kademelere ulaşmam lazım…”
Buyurun yazım burada.
Üst kademe inşallah görüp, okur.
Ben önümüzdeki Cuma, pazardan yine geçeceğim.
Hala aynı manzara varsa:
Duyarlı bir vatandaş olarak şahsen Belediye başkanına çıkarak durumu ileteceğim.
Benim bu yaptığım size saçma gelebilir.
Ama lütfen virüsü ciddiye alıp, gerekli önlemleri şimdiden almalıyız.
Bir yerden başlamak lazım.”
.
Peki, sizce ne oldu?
Ben Cuma Pazarından geçtim ve manzara yine aynıydı.
Müdahale yoktu.
.
Amacım satıcıya bir zarar vermek değil tabi.
Bu satıcı:
Böyle bir önlem alınacağını bilmiyordur.
“O bilgilendirilsin, uyarılsın” amacım.
.
İspat olsun diye de bu fotoğrafı 6 Mart 2020 Cuma günü pazarda çektim.
Gerisi size kalmış.
.
Sonra “Virüs bize neden girdi” diye kimse hayıflanmasın…
 
***