.


Evin hanımı, oturduğu yerden sürekli emirler yağdırıyordu:
“Kocacığım! Yemeği bir tabağa boşalt, tencereyi de yıkayıver.”
“Kocacığım! Süt kaynadıysa indiriver.”
“Kocacığım! Bebeğin mamasını yediriver.”
“Kocacığım! Balkondaki çiçekleri de sulayıver.”
Adamcağız kan ter içinde oradan oraya koşuşurken kadın, kendi kendine söyleniyordu:
“Acaba ben olmasam, bu adamın hali ne olur?”
 
***
Hayvanat bahçesindeki iki aslan konuşuyordu:
-“Şu adam neden sana her hafta et getiriyor?”
-“Unuttun mu? Geçen yıl bir gün kafesten kaçıp kaynanasını yemiştim ya...”
 
***
Hocanın çok inatçı, çok huysuz bir eşeği vardı.
Hayvan hiç durmadan ve en beklenmedik zamanlarda sağına soluna çifteler atıyordu.
Hocanın kaynanası eşeğin huysuzluğunu bildiği halde bir gün boş bulununca öyle bir çifte yedi ki, hemen oracıkta can verdi.
Hoca’nın sevenleri çok olduğu için, cenazede epey bir kalabalık toplanmıştı.
Ölü toprağa verildikten sonra, imam, Hoca’nın yanına sokularak:
-“Acın büyük, ama kaynananın bu kadar sevildiğini görmek de bir teselli Hocam. Baksana köyün bütün erkekleri burada.”
Hoca kıs kıs gülerek cevapladı:
-“Sen de faka bastın desene. Hepsi beni kandırıp, eşeği satın almak istiyor da ondan...”
 
***
Evin beyi aşçıyı karşısına alıp, başladı söze: -“Bak oğlum! Kayınvalidem yarın iki hafta kalmak üzere bize geliyor. Al şu kâğıdı. Bak, burada bütün sevdiği yemekler yazılı...”
-“Evet efendim, anladım.”
-“Ve dikkat et. Bu sevdiği yemeklerden birini pişirmeye kalkacak olursan, hiç gözünün yaşına bakmam kovarım.”
 
***
Adamın kaynanası hastalanmış.
Karısı “İlle de doktor getir” diye adamın başının etini yemiş.
Adam da çaresiz doktoru alıp gelmiş. Doktor:
-“Hastanızın durumu çok ağır…”
Adam hemen atılmış:
-“Gözünüzü seveyim doktor bey, hiç çekinmeyin, hastayı tıpkı kendi kaynananızmış gibi tedavi edebilirsiniz!”
 
***
Alışverişten dönen kadın sevinçle kocasına anlatıyordu:
-“Bak kocacığım, bugün aldığım sözlükte tam yirmi bin kelime var...”
Kaynana dırdırından hayli bıkkın olan koca:
-“Aman sus, sakın annene gösterme… Sözlüğü ele geçirirse yandık demektir...”
 
***
Karadenizli Temel meyhanede taburenin üzerine tünemiş, önündeki bardağa sürekli olarak içki dolduruyor ve bir dikişte boşaltıyordu.
Onun bu halini gören Dursun, yanına yaklaşarak sordu:
-“Hayrola uşağum, nen var, Karadeniz’de gemilerin mi battı?”
Temel kafasını kaldırarak Dursun’a baktı ve ona durumu şöyle açıkladı:
-“Kaynanam benimle bir hafta konuşmamaya yemin etti...”
Dursun bu açıklama üzerine derin bir “Ohh” çektikten sonra sevinçle mırıldandı:
-“Daha ne istiyorsun uşağum, bunun üzerine sevinmen lazım değil mi?”
Temel “Aah… Aah” dedikten sonra şöyle cevap vermiş:
-“Doğru söylüyorsun da bugün konuşmama süresinin son günü...”
 
***
İhtiyar kadın İstanbul’dan kasabaya yeni dönen yeğenine sormuş:
-“Ee, anlat bakalım, İstanbul'da ne var ne yok!”
Şakacı delikanlı cevap vermiş:
-“Vallahi, orada fazla bir şey yok, yalnız son zamanda yeni bir usul çıkardılar, ihtiyar kadınları genç erkeklere, genç kızları da dedem yaşında adamlara nikâhlıyorlar.”
Bu söz yaşlı kadının gelinlik çağındaki kızına çok dokunmuş ve “Amma da kuyruklu yalan!” deyivermiş.
Annesi kızmış:
-“Sen sus, cahil, İstanbul'dan gelen oğlandan iyi mi bileceksin?”