Tabipler Odası’nda gerçekleştirilen basın açıklamasında konuşan Çanakkale Tabipler Odası Başkanı Eftal Yıldırım, faaliyetleri yakından ve kaygıyla izlediklerini belirterek, iklimin, ekosistemin ve su kaynaklarının olumsuz etkileneceğini belirterek çalışmaların sona erdirilmesi gerektiğini belirtti.
Başkan Eftal Yıldırım, “Türk Tabipleri Birliği Çanakkale Tabip Odası Çevre Komisyonu olarak, Çanakkale ilinde uzun süredir yürütülmeye çalışılan altın madenciliği faaliyetlerini yakından ve kaygı ile izliyoruz. Çünkü, hekimlik mesleğini ve etik ilkelerini öğrendiğimiz Hipokrat, “Hava, Su ve Toprak” isimli eserinin başında hekim olacakların, yaşadıkları bölgenin iklimini, coğrafyasını ve su kaynaklarını öğrenmesi gerektiğini belirtmektedir. Bir bölgedeki coğrafyanın ve su kaynaklarının insanların sağlık ve hastalık durumuyla doğrudan ilişkili olduğu, Hipokrat’tan bu yana bilinmektedir. Hele bu kaynakların insan eliyle göz göre göre yok edilmesine karşı olmak, hekimlerin tarih boyunca yerine getirdikleri bir görev olmuştur. Bugün de öyle olacaktır” ifadelerini kullandı.

“DEVLET KURUMLARI UYARILARIMIZI CİDDİYE ALMAMIŞTIR”
“Çanakkale ili sınırları içinde halen bir altın madeni yaklaşık 1 yıldır üretim yapmaktadır, bir diğeri de böyle giderse yakın zamanda faaliyete başlayacaktır” diyen Yıldırım, “Görüldüğü kadarıyla politikaları belirleyen karar vericiler, ortaya çıkabilecek sonuçları umursamadan, birkaç yıl içinde bölgemizde 10’a yakın altın madeni açmakta son derece kararlıdırlar. Çanakkale Tabip Odası Çevre Komisyonu bu süreci 2010 yılından itibaren yakından takip etmektedir. Bu takip süreci içinde başvuru halinde olan tüm ÇED (Çevresel Etki Değerlendirme) raporları incelenmiş ve birçoğu ile ilgili görüşlerimizi içeren raporlar hazırlanmıştır. Konuyla ilgili TTB ile birlikte bir kitap hazırlanmış ve Çanakkale Belediyesi tarafından basılarak dağıtılmıştır. Bunun dışında, kamuoyunu ve yetkilileri uyarmak amacıyla birçok basın açıklaması yapılmıştır ancak görülen o ki, ne altın şirketleri, ne kamuoyu ne de konuyla ilgili karar vermesi gereken devlet kurumları uyarılarımızı ciddiye almamıştır. Altın şirketlerinin bizi ciddiye almasını zaten beklemiyorduk; çünkü bu süreçten kazanç sağlayacak tek taraf onlardır. Bu nedenle ne pahasına olursa olsun altının çıkarılması, ilgili şirketlerin yüksek menfaatleri gereğidir. Dolayısıyla arkalarında ne bıraktıkları konusunda en ufak bir endişe duymamaktadırlar. Tıpkı, Çan’ın Keçiağılı Köyü’nde kömürü aldıktan sonra arkalarında “asit gölleri”ni bırakıp gidenler gibi. Ancak, kamuoyunun ve de görevi kamunun menfaatlerini korumak olan devlet kurumlarının, bu süreci ve olası sonuçlarını görmezden gelmeleri son derece üzücüdür. Daha önce defalarca yaptığımız gibi, hekimlik görevimizin gereği olarak, herkesi bir kez daha düşünmeye çağırıyoruz. Yaptığımız iş, gelecek kuşaklara yönelik ortaya çıkabilecek bir koruyucu hekimlik görevinin yerine getirilmesidir. Evet, bu bölgenin zengin bir doğası ve de “altın rezervi” var ve bu kaynaklar doğal zenginlik sunuyor ancak unutulmasın ki, bu doğal kaynaklar bütün halinde değerlidir. Bu topraklar zengin olduğu için ormanlar var, ormanlar olduğu için topraklar zengin ve su kaynakları var… Siz, içinden bu zenginliğin bir tanesini çektiğiniz zaman artık topraklar aynı zenginlikte olmayacaktır. Evet, yaptığınız “size kar getirecek iş”, şu anda sizin çıkarlarınıza yönelik olarak siyasal iktidar tarafından değiştirilen ve dönüştürülen yasalara ve diğer mevzuata uygun görülebilir. Yaptığınız işi devletin kuralları çerçevesinde yapıyor da olabilirsiniz; ancak buradaki sorun, siz, “yasalara uygun iş yapıyoruz…” deyince çözülmüyor... Hukuksal olarak geçerli olan yasalar; siyasal iktidarlar tarafından çıkarılan, bir kısım sermayedarı daha da zenginleştirecek yazılı yasalardır. Ve bu yasalar sermayenin ihtiyaçlarına göre şekillenmektedir. Tarihsel tecrübelerimiz bize, iktidarların bu yasaları Meclis’te hazırlarken, kendi çıkarları dışında hiçbir şeyi ya da canlıyı düşünmediklerini öğretmiştir. Bizim, sağlıklı bir toplum ve çevrede yaşayabilmemiz için sahip çıkmamız gereken yasalarımız ise doğanın yasalarıdır. Gerçek ve kalıcı yasalar, bunlardır… Doğa yasaları ya da kuralları, yaşamın da kurallarıdır. Bunun dışında kaldığınızda bedelini çok ağır ödersiniz. Bugünlerde tüm dünyanın gündeminde olan bir konu da “küresel ısınma ve iklim değişikliğidir. Artık konu, geleceği ilgilendiren bir olay olmaktan çıkmış ve günümüzün konusu meselesi haline gelmiştir. Küresel ısınmanın ve iklim değişikliğinin, son yüzyıl içindeki insan faaliyetlerinin sonucu olduğu herkes tarafından kabul görmektedir. Olayın en önemli sonuçlarından birisi de ormanlık alanların yok edilmesi olmuştur. Tüm dünya yeşil ve orman alanlarını korumak için adeta seferber olmuşken; yangınlarda kül olmasın diye gözümüz gibi baktığımız bu alanları, altın çıkarmak için yok edip sonra da hangi yasaya nasıl uymuş olacağız? Çanakkale ili orman alanları açısından son derece zengin bir bölgedir; ancak birer birer bu alanlar yok edilmektedir. Maden şirketlerine göre bu alanlar, madencilik faaliyetlerinden sonra eski halini alacaktır. O zaman şu soruya cevap verin; “Keçiağılı Köyü etrafındaki maden alanları neden eski halinde değil?” Bu işin içindeki herkes, bir daha bu bölgelerin eski haline gelmeyeceğini çok iyi bilmektedir. Yasalara uygun olduğu söylenen bu iş, bizim aklımıza ve doğa yasalarına uygun düşmemektedir. Bu nedenle de ahlaken uygun değildir. Çünkü ahlak, doğaya ve çevreye uygun davranmak, onunla barışık yaşayabilmektir. Altın şirketleri olarak sizler,  burada çalışan bazı nitelikli elemanlarınız para kazanacaksınız; ancak hepsi o kadar! Siz de biz de şu gerçeği çok iyi biliyoruz. Dünyanın hiçbir bölgesi sadece maden çıkararak zengin olamamıştır. Orta Doğu’da bile zengin petrol yatakları sınırlı sayıda insanı zenginleştirmiş, toplumun geneline yoksulluk ve savaş dışında bir şey bırakmamıştır. Zenginleşmek ya da kalkınmak, insanların aklıyla ve üreterek olabilecek bir şeydir. Toprağın altını üstüne getirerek değil… Öyle olsaydı, Norveç’in Lofoten bölgesinde zengin petrol ve doğalgaz rezervleri üzerinde yaşayan insanlar, halen balıkçılık ve turizm ile yaşamaya çalışmazlardı. Bu insanlar kaynaklarının çok az bir kısmını kullanmakta, büyük kısmını ya hiç işlememekte ya da fonlarda biriktirmektedir. Bu topraklar, üzerinde yaşayan tüm canlılara bundan daha fazlasını binlerce yıldır vermektedir. Siz işinizi bitirip, şimdi üzerinde ormanlar olan bölgeyi atıklarıyla bırakıp gittiğinizde, kendinize ve küresel sermayeye kazandırdığınız kârların bedelini, gelecek kuşaklar ödeyecek” dedi.

“GÖZÜNÜ KÂR HIRSI BÜRÜMÜŞLERE SÖYLEYECEK SÖZÜMÜZ YOK”
Yıldırım devamında da, “Ancak karar vericilere ve kamuoyuna var. Devletin Doğa Koruma ile ilgili kurumlarında, “tüm korunan alanın kullanıcıları ile işbirliği yapılarak, halkın çevre korumaya ilişkin bilincinin artırılmasına yönelik eylemler” belirlenmiştir. Buna rağmen karar vericiler; doğanın yararına katkı sağlayacak hukuki düzenlemeleri yapmaları gerekirken tam tersine, madencilik faaliyetlerinin önünü açacak yasal düzenlemeler yaparak, Doğa Koruma politikalarında ironik bir tutum sergilemiştir. Kazdağları moral bir değer olarak, hem Çanakkale hem de Balıkesir bölgesinin en önemli bileşenidir.… Bu bölgede yapılacak her türlü insan kökenli faaliyet, ekosistem üzerinde baskı oluşturmaktadır. Endüstriyel hammadde, metalik maden arama ve işletme planlamaları Kazdağları’nın doğal peyzajına ve biyolojik zenginliğine karşı yapılan en olumsuz yaklaşımlardır. Karar vericiler; doğal kaynaklarımızın yok edildiğinde bir daha geri kazanılamayacağını, biyolojik zenginliğin renkleri olan tür çeşitliliğinin hızla azalacağını ve geleceğe miras bırakılacak doğal kaynakların yok olacağını öğrenmek zorundadır.
Lütfen, kararlarınızı ve ülkemizdeki maden mevzuatını bir kez daha, ekolojik ve insanı temel alan bir bakış açısıyla yeniden gözden geçirin. Çevreyle ilgili planlamalarda önceliği, doğal değer ve kaynakların korunmasına verin. Kimse sizden sanayileşme karşıtı ilkel bir bakış açısı beklemiyor. Kalkınmanın tek yolu, ormanların altındaki madenleri çıkararak doğa katliamı yapmak değildir. Kişisel çıkar hesaplarından vazgeçin… Yatırımları sadece kısa vadeli kâr ve zarar hesabıyla değil, uzun vadeli ve bizden sonraki kuşaklara bırakacağımız sosyal maliyetleriyle birlikte düşünün. Her şeyden önce, bu doğa parçasında yaşayanların sözüne kulak verin… Halkın gerçek anlamda, doğrudan ve eşit biçimde temsil hakkı bulunmasa da parlamenter demokrasinin kurallarına uygun davranın… En azından halkımıza, Meclis kürsüsünden yalan söylemeyin ve suç işlemeyin.  Eminiz ki, vicdanınızı dinlerseniz, halkı ve geleceğimizi düşünürseniz, bu hesaplardan siz de vazgeçersiniz.  Çanakkale yöresinde yaşayan değerli halkımız; tüm bu nedenlerle lütfen, yaşadığınız çevreyle ilgilenin ve kararlarınızı verirken sadece bugünü değil geleceği de düşünerek, sizin menfaatinize olan politikalara destek verin. Unutmayın, gelecek dediğiniz sizin değil, çocuklarınızın hayatıdır. Son kararınız; insanı,  hayvanı ve tüm canlılarıyla doğayı ya da kar hırsıyla sömürü, talan ve yok oluşu tercih ederek vereceğiniz karardı.  Bugün aldığınız her kararın; iyi ya da kötü, çocuklarınızın yaşam alanlarını ve geleceklerini etkileyecek olduğunu aklınızdan çıkarmayın” ifadelerini kullandı.

Seda Atan