Meraların ve tarım arazilerinin amaç dışı kullanımına izin verilmemeli” diyen Nalbant çiftçilerin destek beklediğini söyledi.

Hicri Nalbant çiftçilerin yaşadığı ekonomik zorluklara dikkat çekerek, “Kanun gereğince 2007-2021 yılları arasında tarıma 394 milyar lira destekleme yapılması gerekiyordu, ancak bu miktar 160 milyar lirada kaldı. Çiftçiler destekleme ödemelerinden dolayı devletten 234 milyar lira alacaklı durumda” dedi. “İlk kez Türkiye’de çiftçi sayısı 500 binin altına düştü” diyen Nalbant, “Tarımsal destekler ABD ve AB’de olduğu gibi belirli dönemler için tespit edilmeli ve çiftçilerin üretime başlamadan önce verilmesini sağlayacak bir sistem geliştirilmelidir. Tarımın en önemli sorunu yüksek girdi fiyatlarıdır. Öncelikle tarımın kullandığı mazotta ÖTV ve KDV kaldırılmalı; diğer girdilerdeki vergi yükü azaltılmalıdır” diye konuştu.

Hicri Nalbant yaptığı açıklamada, “Türkiye’de 1980’li yıllarda uygulanan IMF-Dünya Bankası patentli programlarla kamunun destekleme alımları, girdi ve kredi sübvansiyonlarından oluşan rolü küçültüldü. Devlet-tarım ilişkisinin yerini sermaye-tarım ilişkisi almaya başladı. Kamu, çiftçilere girdi sağlama ve ürün ticaretini düzenleme alanlarından çekildi, kooperatiflerin devletle olan organik ilişkileri kopartıldı. Kamunun terk ettiği düzenleyici rol “sözleşmeli üreticilik” modeli ile sermaye tarafından dolduruldu. Bu politikalar sonucunda aile çiftçiliğinin çözülme süreci hızlandı, küçük ölçekli çiftçiler üretimden çekilirken, yerini büyük işletmeler ve özellikle hayvancılıkta şirketlere dayalı bir yapı almaya başladı.2000’li yılların en kapsamlı yapısal dönüştürme programı tarımda uygulandı. Dünya Bankası’nın hazırladığı sözde reform projesi tarımda fiyat, girdi ve kredi desteklerinin kaldırılarak, üretimle bağlantısı olmayan doğrudan gelir desteği sistemine geçilmesini, tarım satış kooperatiflerinin işlevsizleştirilmesini, bazı ürünlerde kota uygulamasını ve, veya üretim alanlarının daraltılmasını içeriyordu. Projenin uygulamadaki etkileri tarımda hızlı çözülme, mülksüzleşme, işçileşme, kırdan kente göç, dağıtım-pazarlama etkinliklerinin yerli ve yabancı şirketlere devri gibi sonuçlara yol açtı” dedi.

“2006 yılında yürürlüğe giren Tarım Kanununa göre, milli gelirin en az yüzde 1’inin tarımsal desteklemeye ayrılması gerekirken, bu rakam yüzde 0.4-0.6 civarında gerçekleşti. Kanun gereğince 2007-2021 yılları arasında tarıma 394 milyar lira destekleme yapılması gerekiyordu, ancak bu miktar 160 milyar lirada kaldı. Çiftçiler destekleme ödemelerinden dolayı devletten 234 milyar lira alacaklı durumda” diyen Nalbant, “2000 sonrası küçük üreticilerin yoksullaştığı, mülksüzleştiği, işçileştiği yıllar oldu. Ürün, girdi fiyatları paritesi üretici aleyhine seyretti, çiftçiler reel gelir kaybına uğradılar. Ürünlerinden para kazanamayan küçük işletmeler için tarım, geçimlerini sağlayacak bir ekonomik faaliyet olmaktan çıktı. Yoksullaşan çiftçiler tarımdan koptular, tarlalar, meralar boş kaldı. Kayıtlı çiftçi sayısı yüzde 20 oranında düştü, tarımın istihdamdaki payı yüzde 35’ten yüzde 17’ye geriledi, tarım alanları 3 milyon hektar azaldı. Sadece 2007 yılından sonraki gerileme 1.5 milyon hektarı buldu. İlk kez Türkiye’de çiftçi sayısı 500 binin altına düştü. Tarımsal destekler ABD ve AB’de olduğu gibi belirli dönemler için tespit edilmeli ve çiftçilerin üretime başlamadan önce verilmesini sağlayacak bir sistem geliştirilmelidir.  Tarımın en önemli sorunu yüksek girdi fiyatlarıdır. Öncelikle tarımın kullandığı mazotta ÖTV ve KDV kaldırılmalı; diğer girdilerdeki vergi yükü azaltılmalıdır. Tarımsal desteklemede maliyet, kar, asgari refah payı hesaplamasıyla taban fiyat uygulamasına geçilmelidir. Meralar ve tarım arazilerinin amaç dışı kullanımına asla izin verilmemeli; bu alanlar hiçbir gerekçe ile yapılaşmaya açılmamalıdır. Destekler büyük (endüstriyel) işletmelerin kurulmasına değil, şartları uygun olan küçük ve orta ölçekli işletmelerin desteklenmesine yönlendirilmelidir” dedi.

Ogün İnal