Çevresel felaketlere dikkat çekti
Yıllar önce İzmir’de yaşarken sokaklarda gezen bir delilin vücuduna sardığı ip ve naylon parçaları ile hayata karşı sergilediği kayıtsızlıktan etkilenen Sanatçı Fatih Balcı esinlendiği deli konseptini bienal için tasarlayarak çevresel felaketlere ve atıklara karşı kayıtsız kalan toplumun ilgisizliğini kitlesel delilik haline benzeterek, kişisel bir deli üzerinden sorgulattı.  Öte yandan bienale davetsiz girerek şok etkisi yaratan sanatçı sanat sistemi içinde kanıksamış, alışılagelmiş sistemsel ve sürekli aynı aktörlerin yer aldığı ve değişmediği yapıyı da eleştirdi. Balcı, çevresel sorunların başında yer alan plastik atık sorununun günümüz dünyasında gelmiş olduğu noktanın vahim olduğunu söyleyerek, “Bu bir delilik hali. Kitlesel bir delilik hali. İnsanlar aymaz ve farkında değil, bir türlü ayılamıyorlar ve ayılmak da istemiyorlar. Bunları ayıltmanın tek yolu şoklar yaratmak. Şok yaratmadan algıda bir değişiklik yaratamazsınız. Benim görüntüm sert bir şoktur, sanatın bir tarafı da tam da böyle bir şey” dedi.     
Hocam sizi tanıyoruz aslında, ama bilmeyen okuyucularımız için biraz kendinizden bahseder misiniz?
Burada bilinmesi gereken tek şey aslında Sanatçı Fatih Balcı. Bunun ötesinde herhangi bir şeyin altını çizmeye ihtiyacımız yok. Bu bireysel bir etkinlik. Kendi tasarladığım ve kendi kurguladığım.  
Bienale katılmaya nasıl karar verdiniz?
Bienalden bir ay önce fikir aklıma geldi. Katılıp, katılmamayı tartıştık, sonra yapmaya karar verdik. Şu anda İstanbul’da iki bienal var. Diğer bienalden  teklif almıştım, orada yaptığım iş de yine çevre sorunları ve plastik sorunları ile ilgiliydi. Bu ikisi bu anlamda birbirini destekliyordu. Performans ile benim enstalasyonum üç metrelik bir küptü aslında en başta tasarladığımız, sonra küpü biraz küçültmek zorunda kaldık. O da plastik alınmış havadan ibaret bir çalışma. Çalışmamızın ismi, ‘Çanakkale’den Bir kaç Metre Küp Hava’ idi. 2,5’a, 2,5 bir küpün içine yerleştirilmiş çubuklar halinde demirlerden oluşmuş bir küp. Onun içine yerleştirilmiş naylon torbaların şişirilmiş havasının hissettirilmesi.
Şu an İstanbul’da iki bienal devam ediyor dediniz, ne zaman başladı?
8 Eylül’de açıldı, bir hafta sonra da İKSV Bienali açıldı. Tabii bu biraz hava karışıklığına yol açıyor. İkisine de katıldım. Birine kişisel performans ile, diğerine ise davetli olarak katıldım. İki iş de birbirini destekler nitelikte. Davetli olduğum çalışmayla, kişisel performansım birbirini destekler iki iş. Bu anlamda birbirlerini görünür hale getirdikleri için, iyi olacağını düşünmüştüm.
Fikir nasıl ortaya çıktı?
O süreç insan zihninde nasıl işliyor tam olarak ben de bilmiyorum ama, bienal ve sergiyle ilgili bir konsept bana iletildiğinde o konsept ile ilgili kafamda fikirler uçuşmaya başlıyor. Her bienale uygun fikir geliştiririm. Ya da her sergiye davet edildiğimde o serginin kavramına uygun fikir bulmaya çalışırım. Bunun tabii ki temanın ya da çalışma çerçevesinin sanatsal, tarihsel, sosyolojik yönlerini aynı anda düşünerek yaparım. Geliştirdiğim fikirleri anlamlı mı, anlamsız mı, sanatsal ve tarihsel olarak yerine oturuyor mu, etkili mi etkisiz gibi bazı sorularla değerlendirme sürecinden geçtikten sonra o fikri sanatsal bir forma dönüştürmeye karar veririm.
Deli figürü nasıl ortaya çıktı?
O benim çocukluğumda görmüş olduğum bir deliydi. İzmir’de büyüdüm ben. İzmir’de uzun süre yaşayan bir deliydi. İki, üç tane deli vardı. O üç deli benim çok dikkatimi çekmişti. Ben gittiğim kentlerde de delilere çok dikkat etmişimdir, onlarla ilgili iş yapmışımdır. İlginç gelir bana.
Neleri ilginç geliyor delilerin?
Dünyaya bakışları. Dünyayı senden, benden farklı algılıyorlar, farklı görüyorlar. Hikâyeleri enteresan. Toplumsal normlara karşı kayıtsızlar ve dünyaya ilişkin algıları da tamamen farklı. Birebir örtüşmese de sanatçının tarifiyle benzeştiğini düşünüyorum. Bir sanatçının algısı da herkesin algısından farklıdır. Zaten bütün toplumsal normlara dikkat etseler bir şey üretemezler, biraz kayıtsız kalmak ve onların dışına çıkmak zorundalar. Bu ikisinin her zaman birbiri ile benzeştiğini düşünmüşümdür.
Biraz da o delinin kılık kıyafetinden ve tarzından mı esinlendiniz?
Onu birebir uyarladım aslında, çok bir şey eklemedim. O adam da çıplaktı örneğin, atlet filan giyerdi. Vücuduna ipler bağlardı ve sokakta gördüğü tüm naylon poşetleri o iplere sıkıştırarak, kocaman bir naylon poşet gibi fışır fışır etrafımızda ve kentin sokaklarında dolaşırdı. O adam benim ilham kaynağımdı. Bu konsept ve bienal ortaya çıkar çıkmaz, aklıma o delinin görüntüsü aklıma geldi. ‘Yapalım mı, yapmayalım mı, nasıl algılanır?’ dedik ve yaptık.
Cesaret gerektirdiğini, ya da yanlış algılanabileceğini düşündünüz mü? 
Çok cesaret gerektiriyor, insanlar sizi gerçekten deli zannedebilirler, garip görebilirler. Ama işin mantığı da buydu. Sizin deli gibi görünmeniz. Aslında benim bu deli görüntüm toplumsal deliliğin bir yansıması. Ben diyorum ki; ‘O adama deli diyorsunuz, bana da  ona benzediğim için deli diyebilirsiniz. ’Ama bence dünyanın kendisi deli. Neden deli? Dünya çevresel bir felakete doğru giderken hiçbir şey yokmuş gibi davranıp, toplumsal kayıtsızlık sergilemek delillik halidir. Delilik hali birbirine benzediği için, insanlar kendi deliliklerinin farkına varamıyorlar. 7.Kıta kavramının anlamını biliyorsunuzdur. Gerçekten yedinci bir kıta oluşmuş durumda. Plastik dağlarından oluşan, Atlantik Okyanusu’nda atıklardan oluşmuş devasa bir alan var. Ciddi büyük bir alan, iki üç Kıbrıs adası büyüklüğünde atık alanı oluştu ve denizde bu birikiyor. Cidden üzerine çıkıp yaşayabilirsiniz, bu alan çöplerden oluştu.
Performansınızla ona da mı dikkat çekmek istediniz?
Evet. Direk benim dikkat çekmeye çalıştığım şey bu atık sorunu. Çevresel bir felakete doğru gittiğimizi, insanların yaşamsal anlamda kendi zeminlerini yok ettiğine dair bir duruma dikkat çekmek için tasarladığım bir şey. Benim deliliğim değil, benim deliliğim üzerinden aslında tüm dünyanın deli olduğunu söylemek istiyorum. Aslında o insan deli değil, o kişisel delilik, asıl kitlesel delilik görünmüyor. Çünkü bir şey birbirine benzediği an görünmez hale gelir, normalleşir. Ona dikkat çekmenin tek yolu onu normallikten çıkartıp, anormal bir hale getirmektir. Başka türlü görünür bir hale getiremezsiniz. Yaptığım kitlesel deliliğin kişiler üzerinden, biri üzerinden görünür hale getirilmesi. Bu bir delilik hali. Kitlesel bir delilik hali. İnsanlar aymaz ve farkında değil, bir türlü ayılamıyorlar ve ayılmak da istemiyorlar. Bunları ayıltmanın tek yolu sert şoklar yaratmak. Şok yaratmadan algıda bir değişiklik yaratamazsınız. Benim görüntüm sert bir şoktur, sanat da bir yönüyle  böyle bir şey.
İstanbul’da sokaklarda da performans sergilediniz değil mi? Nasıl tepkiler alınız vatandaşlardan? Absürt bir şey yaşadınız mı?
Pera’dan Karaköy’e kadar yürüdüm. Yüzde doksan olumlu tepki aldım. Yüzde on tuhaf bakışlar. Bir kişi, ‘Çok hoş görünüyorsunuz, sarılmak istiyorum’ dedi.  Oturma davetleri aldık kafelerden. insanlar ‘Gelin, buyurun, oturun’ dediler. Biraz da gezdiğimiz alanla da ilgili bu sempati.
Mesela bu performansı Çanakkale’de sergileseydiniz ne olurdu?
Çanakkale’de olsaydım, deli olduğuma hükmeden bir kesim olurdu diye düşünüyorum. Çünkü öyle bir durum normal değil, başkalarına benzediğiniz sürece normalsiniz. Sanatçı olduğunuzu bilmiyorsalar eğer, sizi deli olarak görebilirler. Ancak onun sanat bağlamında bunun anlamlı bir şey olduğunu başkalarına anlatabilirsiniz. Bu Sanat Tarihi’nde de tartışılan bir konudur. Sanat alanına, galerisine giren şeyler anlamlıdır. Sanat galerisi dışında kalan şeyler anlamsızlaşabilir, enteresandır. İki ucu keskin bıçak gibidir, dengesinin çok iyi ayarlanması gerekir.
Performansınız hedeflediğiniz gibi oldu mu?
Oldu, yanımızda basın duyurumuz da vardı. Orada bizim niyetimiz, bu işi nasıl kurguladığımız ve ne yapmaya çalıştığımız hakkında bir özet vardı.
Kazdağları’nda da altına rama ilişkin faaliyetler kapsamında resim çalışması olacak, ona da katılacaksınız değil mi?
Ona da katılacağım. İstanbul’dan da arkadaşlar gelecek, bir aksilik olmazsa katılacağız. Oradaki çalışma da  bir sorun konusunda dikkat çekmek ve kamuoyu oluşturmak için yapılan sanatsal aktivitedir. Sanat dikkat çekmek ister, toplumsal sorunlara kayıtsız kalamaz. Bu sanatsal faaliyet doğrudur, yanlıştır değişebilir kişilere göre. Ama tüm dünyada sanatçılar genel olarak böyle tavırlar alır. Sanatçılar bir yerde biraz kamuoyu kanaat önderlerine benzer.
Bienal ile ilgili genel izleniminiz ne oldu?
Aslında ben çok fazla bienali gezemedim, kendi performansımla ilgiliydim. Orayı üç, dört gün gezmek lazım. İşleri tek tek incelemek lazım, ama genel olarak gördüğüm kadarıyla işler güzeldi. Çalışmaları beğendim.
Bu performansı başka bir yerde sergilemeyi düşünüyor musunuz?  
Bu performansın başka bir boyutu da oluştu, bienal ile ilgili. Biz Pera ile bienal arasında bu yürüyüşü yaptık, ama bienal mekanlarına girelim mi, girmeyelim mi meselesi vardı. Doğru mudur, yanlış mıdır? Yoksa ben tereddüt etmem, direk yaparım. Bu da delilik olduğuna göre girmemiz gerekiyordu, çekincemiz olmamalıydı.
Yani bienale girmiş davetsiz giren bir deli gibi bir durum olmuş.
Evet, ama bienale zarar verecek bir durum yoktu. Mantığına da ters değil. Bizim Vandalizm gibi, zarar vermek gibi amacımızda yok, asla da öyle bir şey yapmayız. Mesaja katkısı olacağını düşünüyorduk, oldu da. Fakat tabii oraya girdiğiniz zaman başka bir şey oluştu. Bienalin kendine ait kurgusu, otoritesi, aktörleri ve güç alanı var. Bienal bir sistem aslında. Bunun karar vericileri var. Bunu kontrol edenler, finansal destek sağlayanlar var. İşleyişi var. Bu biraz onların kurgusuna ters düştü. Çünkü onların tasarlamadıkları ve kurgulamadıkları bir şey. Önce ne yapacaklarını bilemediler, dışarı çıkmam konusunda nazikçe uyarıldım. Bunu yapmamamız gerektiği konusunda uyarıldım. Ben de, ‘Burada bulunuyorum, ama bunun kimseye zararı yok, buraya bu şekilde, poşetli bir şekilde girmek yasak mı, böyle bir kural var mı?’ diye sordum. ‘Öyle bir yasak yok’ dediler. ‘O zaman bırakın, gezeyim, engellemeyin beni’ dedim. Oraya girmek için karekoda ihtiyacınız var. Ben o kodu almıştım ve kaydımı da yaptırmıştım. Benim oraya girmemde herhangi bir hukuki ve ahlaki bir sıkıntı yoktu, ben girdim. Yanımda da beni fotoğraflayan 3-4 kişi vardı. O nedenle pek de müdahale etmediler, üst düzey yöneticilerden gelip dışarı çıkmam konusunda ricada bulundular, sonunda anlaştık. Hatta sonra yardımcı oldular, hatta Pera’ya çıkmam konusunda bana araç tahsis edildi, oraya kadar götürdüler. Pera’da kapıda karşılandık, bienal görevlileri bize yol gösterdi ve tüm mekanları gezdirdiler, engel çıkartmadılar.
O zaman delilikte iletişimin öneminin de altınız çizmiş olmuşsunuz.
İşin iki yönü oluştu, birincisi çevre ile ilgili mesajı verdik. Bunu sanatsal bir düzlemde yaptık. İkincisi bienal ile ilgili bir sıkıntıyı gündeme getirdik. Çünkü bienal aktörleri olan bir yapı.
Çanakkale’de düzenlenen bienale katılmamıştınız, sizi görmedik.
Ben katılmıyorum. Bir kere katıldım. Denizhan Özer’in sergisinin olduğuna da katılmıştım.
Genel olarak bienal mantığına bakışınız mı farklı?
Biz katılırız, ama benim Çanakkale Bienali ile ilgili eleştirim şudur. Bienali sürekli aynı kişilerin yapması doğru değildir.
Hayatta da birçok alanda böyle değil mi? Tekelleşmiş gibi, hep aynı kişiler, her zaman aynı yerde.
Başka alanlarda öyle olabilir, iş dünyası için bu bir yere kadar kabul edilebilir. Ama sanat, bilim gibi ve maneviyatın temelde olduğu alanlarda bu olmaz. Bu bir sektöre, işe dönüşmemelidir, profesyonelleşmemelidir. Sanat, iş gibi olmamalıdır, iş gibi olduğu an sanatsal yapıdan feragat etmeye başlar. Benim temel kaygım budur. Eleştirim de bu yöndedir. Bunlar birer güç alanı olarak görüldüğü sürece olmaz. Güç ve menfaat olarak görür ve bu şekilde sahip çıkarsan, o zaman olumlu sonuçlar alamazsın. Hele hele sanat gibi bir alandan bahsediyorsan, olmaz. Bu değişmeli, daha geniş katılımlı, daha çok paydaşın olduğu bir alan olmalı. Belki çok paydaş olursa da yönetimle ilgili sıkıntı çıkabilir, herkes bir şey söyleyebilir. Ama bunun da çözümleri var. Her sene değişik kurullar oluşturup, o kuruların seçeceği küratör aracılığıyla bienali çeşitlendirebilirsin. Her sene aynı kişilerin sanatçı seçmesi doğru değil. İstanbul Bienali’nde de aynı sorun var. 15-20 yıldır aynı kişilerin kontrolünde ve benzer sanatçılar defaatle yer alıyor. O grubun dışında kimsenin dahil olmadığını görüyoruz. Bu bir negatifliktir, Sanatsal anlamda da bir faydası yoktur. Siz doğada da tek türlülüğe giderseniz, o türün devamlılığına zarar verirsiniz. Çünkü tek türlülük zayıflığa yol açar. Bir durumda o türe bir şey olursa, diğer tür ayakta kalır. Doğada buna direnç mekanizmaları diyorlar. Çeşitliğe yol vermezsen orada bir gelişme olmaz, tek türe doğru götürürsen daraltırsan, orası zayıflar.    
Önümüzdeki süreçte planlarınız var mı?
Çanakkale Bienali’ne ilişkin başka bir performansım var, beklesinler, görsünler. Enteresan fikirlerim var, ama yine sanat ortamına katkı sunacak fikirler. İstanbul Bienali’ne girdim, bu bienali hareketlendirdi. Aslında enerji ve dinamizm kattı. Ben o mekana girdiğim an dikkat çekti. Çünkü kurgulandığı zaman o şeyin enerjisi düşüyor, içten ve samimi olmalı. Deliler ile sanatçılar arasındaki fark şudur. Deliler deli olduğunuz bilmez, ama sanatçılar ne yaptığını bilir, denilebilirse kendi delilikleri üzerine bilinç sahibidirler.. 
Bize zaman ayırdığınız için teşekkürler.
Ben teşekkür ederim.