Ağaçların kesilmesinin iklim dengesini tehdit edeceğine vurgu yapılan açıklamada, sonuçların halk aleyhine olacağının altı çizilerek, “Maden ocaklarında yabancı şirketler, alacağını alıp çeker gider, zehirli çöpler ve felaket sonuçları bize kalır. Bedelini ise tüketici öder” denildi.
 
TÜDEF (Tüketici Dernekleri Federasyonu) tarafından yapılan açıklamada, “Çanakkale'de doğaya ve su havzalarına sahip çıkmak için sürdürülen "Su ve Vicdan Nöbeti"ni, Kaz Dağlarında açılan ve açılmak istenen madenlere karşı mücadele edenleri selamlıyoruz. 900 yakın arama ve işletme maden ruhsatı verildiği söylenen Kazdağları ve çevresinde altın madeni arama çalışmaları nedeniyle kesilen ve kesilecek olan ağaçların ülkemizde felakete yol açabileceği göz ardı edilmektedir. Yaz aylarında artan sıcaklar nedeniyle ormanın olmadığı dağlık bölgelerde kuraklık artmakta, bazı ülkelerde yapılan araştırmalar, ormanın yaz aylarında hava sıcaklığını 10 dereceye kadar azaltabildiği tespit edilmiştir. Ayrıca iklim değişimi nedeniyle yüksek sıcaklık ve büyük kuraklıkların bizleri beklediği geleceğimiz için tek bir ağaç bile vaz geçilemezdir” denildi.
 
“GENÇ AĞAÇLARIN ASIRLIK AĞAÇLARIN YERİNİ TUTMASI MÜMKÜN MÜ?” 
 
Açıklamanın devamında ise, “Çevre ve doğayı süslü sözlerle korumaya çalışanlar, doğayı katledenler, çevreyi betonlaştıranlar, maden ocakları kurarak, halkın sağlığını tehdit edenler, endemik bitkileri yok edenler, çocuklarımızın geleceğini çalanların,  Kazdağlarındaki maden ocakları nedeniyle yükselen tepkiyi azaltmak için ocaklarının kapanışından itibaren 10 yıl içerisinde eski haline döneceği, yalanları ile en iyi çevreci olduklarını göstermeye çalışmaktadırlar. Ormanlardaki ağaçların birçoğu birkaç asırlık ağaçlardan oluşmaktadır. Dikilecek olan genç ağaçların asırlık ağaçların yerini tutması mümkün mü? Yine yapılan bazı araştırmalar, bir ormanın yeniden oluşumunun en az 500 yıl sürdüğü yönündedir, iklim değişikliği vb. büyük sorunlarla karşı karşıya olduğumuz bir dönemde beş yüz yıl beklemeye vaktimiz yoktur, en iyi çözüm, çevremizi ve ormanlarımızı korumaktan geçmektedir. Altın ve gümüş madenlerinde cevherin taş topraktan ayrılması için çoğunlukla Siyanid (HCN) ve cıva ile yapılır. Bu maddelerin her ikisi de bitki ve hayvanlar için çok zehirlidir. Maden ocaklarında altın çıkartma işlemi bittikten sonra orada hayat bitmektedir, ne bitki yetişir ne de insan veya hayvan yaşar. Maden ocaklarında yabancı şirketler, alacağını alıp çeker gider, zehirli çöpler ve felaket sonuçları bize kalır. Bedelini ise tüketici öder” denildi.
 
“Çevre Etki Değerlendirme (ÇED) raporlarını hazırlamakla yetkilendirilmiş Türkiye’de 337 Özel şirket olduğu basına yansımıştır”  denilen açıklamada, “ÇED raporu gibi;  doğa, endemik bitkiler çevre ve insan sağlığı için  hayati önemler  taşıyan raporlar Kamusal hizmet olarak raporlanmalı, yada bağımsız kuruluşlar olan meslek odalarına yaptırılmalıdır. Asla özelleştirilmemelidir. Devletin kamu adına üstlenmesi gereken denetleme görevi bir rant kaynağına dönüştürülmemeli. Aksi taktirde ülkemizin yer altı ve yer üstü tüm zenginliklerinin talan edilmesine kapı aralayarak, suistimalere açık hale getirmiş oluruz. 5 Temmuz 1986 tarihinde Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilen Evrensel Tüketici Haklarından iki tanesi “Sağlıklı Çevrede yaşam hakkı”  ile Sağlık ve Güvenliğin Korunması Hakkı’nın olduğunu ve Türkiye’nin de bunun altına imza attığını yetkililere bir kez daha hatırlatmak isteriz. Sağlık şartlarına uygun ekolojik dengenin bozulmadığı, temiz hava, yeterli ve temiz su, daha çok ormanlık ve yeşil alan, sağlıklı ve kaliteli alt yapı hizmetlerinin bulunduğu yaşam alanlarımızın olduğu, sağlıklı çevrede yaşam hakkımızı kullanarak sağlık ve güvenliğimizin korunmasını istiyoruz. Her tüketicinin bu temel ihtiyaçlarının giderilmesinin Devletin görevi olduğu, Anayasamızın 172.maddesinde açıkça belirtilmiş ve güvence altına alınmıştır. Doğayı ve yaşam alanlarını katleden HES’ler, Nükleer Santraller,   Maden ve Taş ocakları; sürekli artmakta olan çevre kirliliği, koruma alanlarının koruma statülerinin kaldırılması; meraların, milli parkların, ormanların, tarım alanlarının, sulak alanların, zeytinliklerin, doğanın ve çevrenin korunması ruhundan uzak çeşitli gerekçeler ve kararlar ile ranta, talana, yağmaya kurban edilerek nefes alınamaz beton yığınlarına dönüştürülmek istenmesi;  Doğanın ve çevrenin idam fermanının imzalanması Türkiye’nin ekolojik geleceğinin ipotek altına alınması, Sağlıklı çevrede yaşam hakkımızın ve çocuklarımızın geleceğinin yok edilmesi demektir! Buna neden olanlar tarih önünde birgün hesap vereceklerdir.  Devlet; Anayasamızın; 56.cı maddesinde “Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir.” hükmünü de dikkate alarak Çevreyi uzun vadede yok edecek  kararlarından dönmelidir. Biz tüketiciler, çevresi ve doğası ile tarihi ve kültürel değerleri ile yaşanabilir bir Türkiye’de yaşamak istiyoruz. Evrensel Tüketici Haklarından doğan haklarımızı yaşamak istiyoruz. Beton duvarlar arasında çölleşmiş bir Türkiye’de yaşamak istemiyoruz. Bu nedenle kamuoyunu ve yetkilileri duyarlı olmaya çağırıyoruz. Son ırmak kurumadan, son ağaç yok olmadan, son balık ölmeden, yeşilimiz yok olmadan, derelerimiz kurumadan, endemik bitkilerimiz yok olmadan, sağlığımızda önlenemez hastalıklara yol açmadan; paranın (rant’ın) yenmeyen bir şey olduğunu Çanakkale Kazdağlarından bir kez daha hatırlatmak ve doğamızın atalarımızdan miras ve gelecek kuşaklara iletilmek üzere emanet olduğunun bilinmesi istiyoruz. insan eliyle yürütülen faaliyetler, eko sistemle, sistemin devamlılığıyla uyum içerisinde olmalıdır. Sermayenin, Vahşileşmiş Kapitalizmin daha fazla kâr uğruna eko sistemi yok sayarak yürüttüğü faaliyetler, hangi faaliyet alanında olursa olsun kabul edilemez, kabul etmemeliyiz, mücadele etmeliyiz. Unutulmamalı ki doğada bulunan her canlının yaşam hakkı vardır” ifadelerine yer verildi.
 
Seda Atan