ÇOMÜ Hastanesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Uğur Gönlügür  "Veremle Savaş Eğitimi ve Farkındalık Haftası" dolayısıyla açıklamalarda bulundu. "İnsanların sağlığı için en tehlikeli hastalıklardan biri de veremdir. Verem hastalığına halk arasında ince hastalık, tıp dilinde tüberküloz denir. Bu mikrop insan vücuduna solunum ve sindirim yoluyla girer. Çabuk fark edilip önlem alınmazsa vücudu kemirir, zayıflatır. Ölüme neden olur. Ülkemizde, verem (tüberküloz) hastalığı konusunda toplumun bilgilendirilmesi amacıyla her yıl Ocak ayının ilk Pazartesi gününden başlayan hafta Veremle Savaş Eğitimi ve Farkındalık Haftası olarak kutlanmaktadır. Bu hafta içinde toplum sağlığını tehdit eden bu hastalıkla ilgili çeşitli bilgilendirme ve duyarlılaştırma etkinlikleri yapılmaktadır. Verem hastalığı halkımızda derin izler bırakmıştır. Özellikle pek çok Yeşilçam filminde doktorun “hastanız verem “ lafını duyduktan kısa bir süre sonra ölen hastaları pek çok vatandaş görmüştür. Şu an 60-70 yaşlarında olanlar verem hastalarının gerçek hayatta öldüğüne şahit olmuşlardır. Dolayısıyla verem korkusu sonraki kuşaklara da geçmiştir. Hatta şu an bile bazı hastalarda “verem şüphesi” olabilir dediğimde hiçbir branş mümkün mertebe hastayı takip etmek istememektedir. Verem korkusu sağlık personelinde bile belirgindir. Veremden korkulmasının nedeni eskilere dayanmaktadır. İlk verem ilacı olan streptomisin 1944 yılında bulunmuş ve 1947 yılında kullanılmaya başlanmıştır. Tedavi başarısını anlamlı derecede arttıran izoniyazid ise 1950, tedavi süresini ve başarısını arttıran rifampisin ise 1969 yılında bulunmuştur. Dolayısıyla 1950 öncesinde veremin korkulan hastalık olmasının nedeni “etkili tedavi” olmayışıdır. O dönemlerde hastaya “verem olmuşsun” demek “çaresi olmayan bir derdin var, eninde sonunda öleceksin” anlamına geliyordu. Oysa bugün tedavisi olan bir hastalık durumunda olup en önemli şey hastanın ilaçları düzenli kullanmasıdır. Hastalık günümüzde %90 üzerinde tedavi edilebilir olmasına rağmen verem korkusu halen etkilidir. Verem konusunda bir yanlış bilinen durumda enfeksiyon-hastalık ayrımının yapılmamasıdır. Başka mikrobik hastalıklarda mikrobun vücudumuza girmesi “hastalık” durumuna neden olmaktadır. Oysa verem mikrobunun vücudumuza girmesi durumuna “enfeksiyon” denilmektedir. Vücudumuzda verem mikrobu bulunması “verem hastası” olacağımız anlamına gelmemektedir. Verem mikrobu bulaşanların yaklaşık %5-10 kadarı verem hastası olmaktadır. Vücut direncimiz iyi olduğunda verem mikrobu vücudumuza girse bile hastalık yapamamaktadır. Bir hastaya “verem olmuşsunuz” dediğimde bana şu cevabı vermişti: “Hiçbir şikayetim yok, verem olmam mümkün değil”. Bazı verem hastalarının şikayeti olmayabilir. Maalesef verem mikrobu yavaş üreyen bir mikroptur. Diğer mikroplar 20-30 dakikada bölünüp iki katına çıkabilirken verem mikrobu 24 saatte bunu yapabilmektedir. Verem hastalığı bu yüzden yavaş seyirli bir gidişat yapar. Zamanla hastayı o kadar zayıflatır ki “ince hastalık” olmuş diyenler olabilir. Verem hastalığı en sık akciğerleri tutar. Akciğerde verem hastalığı olmadığını söyleyebilmek için balgam tahlili ve akciğer filmleri çekilmesi gerekir. Verem mikrobu yavaş ürediği için balgam tahlili için çıkarılan balgamın en kısa zamanda laboratuvara götürülmesi gerekir. Çünkü zaman geçtikçe hızlı üreyen diğer mikroplar yüzünden tahlil sonucu yanlış çıkabilir. Rahmetli annemin söylediği bir cümle ile son sözümü bitirmek istiyorum: “Bir ölüme çare yok”. diyerek veremden korunmanın yollarını, erken tanı, teşhis ve tedavisinin önemini vurguladı.

Haber Merkezi